Ankara/Brüksel
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik müzakereleri 3 Ekim 2005 gecesi Lüksemburg’da düzenlenen Hükümetlerarası Konferans’la resmen başladı. Uzun pazarlıkların ve diplomatik temasların ardından kabul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi, sürecin hedefini, ilkelerini ve denetim mekanizmalarını ortaya koydu. Türkiye açısından bu tarih, 1959’da başlayan ortaklık başvurusundan, 1963 Ankara Anlaşması ve 1996 Gümrük Birliği’ne uzanan hattın en kritik eşiklerinden biri olarak kayda geçti.
1999’dan 2005’e: Adaylıktan müzakereye giden yol
Sürecin fitili, 1999 Helsinki Zirvesinde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmesiyle ateşlendi. 2001 Katılım Ortaklığı Belgesi, 2002–2004 reform paketleri ve 2004 Aralık AB Konseyinin “müzakereler 3 Ekim 2005’te başlayacak” kararı, takvimi netleştirdi. Bu dönem; ifade ve örgütlenme özgürlüğü, işkencenin önlenmesi, yargı reformu, ekonomik istikrar ve azınlık hakları gibi alanlarda kapsamlı düzenlemelere sahne oldu. Müzakerelere kapı aralayan önkoşul olan Gümrük Birliği’nin genişletilmesi (Ek Protokol) imzalanırken, Kıbrıs başlığı ilk andan itibaren dosyanın en hassas payandası olarak öne çıktı.
3 Ekim gecesi: Zorlu pazarlık, son dakika mutabakatı
Lüksemburg’da gün boyu süren yoğun diplomasi trafiğinin ardından AB ülkeleri ile Türkiye, Müzakere Çerçeve Belgesi üzerinde uzlaştı. Belgede, sürecin “sonuç odaklı ve açık uçlu” yürüyeceği, üyeliğin kriterlere koşullu olduğu, müzakerelerin başarısının Kopenhag siyasi ve ekonomik kriterleri ile AB müktesebatının üstlenilmesine bağlı kalacağı vurgulandı. Türkiye tarafı, hedefin tam üyelik olduğunu ısrarla kayıt altına geçirirken; AB, demokratik standartlar, hukuk devleti ve insan hakları alanında sürekli ilerleme talep etti.
Tarama (screening) ve başlıklar: Teknik maraton
Resmi startın ardından tarama süreci başlatıldı. AB müktesebatı 35 “fasıl” (başlık) altında incelendi; Türkiye’nin mevzuatı ile AB kurallarının uyum düzeyi teknik toplantılarla masaya yatırıldı. Taramanın ardından, fasıl fasıl açılış kriterleri belirlendi ve uygun görülen başlıklarda müzakereler açıldı. İlk açılan başlık “Bilim ve Araştırma” oldu; bu fasıl kısa sürede geçici olarak kapatılan ilk başlık olarak kayda geçti. İzleyen yıllarda ulaştırma, şirketler hukuku, fikri mülkiyet, vergi, istatistik gibi alanlarda başlıklar açıldı; ancak Kıbrıs kaynaklı askıya almalar, bazı üye ülkelerin siyasi vetoları ve “AB’nin sindirme kapasitesi” tartışmaları sürecin hızını bastırdı.
Kıbrıs ve siyasi blokajlar
2006’dan itibaren, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne liman ve havaalanlarını açmaması gerekçesiyle bir dizi başlık askıya alındı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Fransa ve bazı dönemlerde Almanya tarafından getirilen siyasi çekinceler, “ekonomik ve teknik uyum” kadar “siyasi irade”yi de sürecin belirleyeni hâline getirdi. Bu durum, müzakerelerin “teknik süreçtir” kabulünü aşındırdı; “koşulluluğun siyasallaşması” eleştirilerini beraberinde getirdi.
Gümrük Birliği, vize ve göç başlıkları
Türkiye–AB ilişkileri yalnızca müzakere başlıklarından ibaret kalmadı. 1996 Gümrük Birliği çerçevesinin modernizasyonu ve vize serbestisi diyaloğu, özellikle 2010’ların ortasında önem kazandı. 2016 Mutabakatı ile düzensiz göç yönetimi ve geri kabul mekanizmaları üzerinde iş birliği derinleşti. Ancak; vize serbestisi için öngörülen 72 kriterin tamamlanması, veri koruma ve terörle mücadele mevzuatına ilişkin tartışmalar nedeniyle hedef tarihlerin gerisine sarktı.
Demokrasi ve reformlar: İki yönlü güven testi
AB, her yıl yayımladığı raporlarda yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, sivil toplumun alanı ve temel haklar başlıklarını yakın takibe aldı. Ankara ise raporların zaman zaman “çifte standart” içerdiğini savundu; güvenlik kaygıları, terörle mücadele ve bölgesel krizlerin (Suriye, göç dalgaları, Doğu Akdeniz gerginlikleri) iç dengeleri etkilediğini vurguladı. Her iki taraf açısından da süreç, yalnızca teknik uyum değil, karşılıklı güvenin sürdürülebilirliği bakımından da bir sınamaya dönüştü.
2005’in anlamı: “Dönüşüm çıpası” ve bölgesel etkiler
3 Ekim 2005 startı, içeride reform gündemine “AB çıpası” etkisi yaptı. Mevzuat uyumu; tüketici haklarından çevre standartlarına, ulaştırmadan rekabete kadar pek çok sektörde yatırım ve kalite çıtasını yukarı çekti. Yerel ölçekte; sınır kapılarından lojistiğe, gümrük uygulamalarından tarım politikalarına kadar geniş bir yelpazede AB ile uyum arayışı, kamu–özel sektör iş birliğini artırdı. Türkiye’nin genç nüfusu, sanayi altyapısı ve coğrafi konumu; AB pazarlarıyla tedarik zinciri entegrasyonu açısından stratejik fırsatlar doğurdu.
Bugüne bakış: Hâlâ “açık dosya”
Aradan geçen yıllar, süreci yavaşlatan kırılmaları beraberinde getirse de müzakereler resmen kapanmadı; dosya teknik olarak “açık” kaldı. Taraflar, zaman zaman gerilse de; gümrük birliği güncellemesi, yeşil ve dijital dönüşüm, göç yönetimi, enerji güvenliği ve vize kolaylıkları gibi alanlarda pragmatik iş birliği zeminini korumaya çalışıyor. 2005’in bıraktığı miras, bugün de politik gündemin dalgalanmalarına rağmen, ilişkilere kurumsal bir çerçeve sağlıyor.
Sonuç:
3 Ekim 2005, Türkiye–AB ilişkilerinde bir başlangıç olduğu kadar, inişli çıkışlı bir uzun yolculuğun da habercisiydi. Müzakerelerin seyri; demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü ve bölgesel dengeler kadar, her iki tarafın siyasi iradesine de bağlı. Teknik başlıklar çalışıldıkça, güven üretildikçe ve siyasi tıkaçlar gevşedikçe, 2005’te açılan kapının ardında yeniden somut ilerleme mümkün.
Haber: Abdurrahman REYHANLI
Cami çıkışı silahlı saldırı: Yaşlı çift hayatını kaybetti