İlk Öykü Denemem: KARANLIK DÜNYALAR

İlk Öykü Denemem: KARANLIK DÜNYALAR

Zehra ERASLAN

 

Kader bizi karanlık tünellerde bir başımıza bıraksa da tünelin sonunda ışığın varoluşunu bilmek umuttur. Karanlıkta kalan dünyalara güneş olabilmek ne güzel!

- Burcuuu neden her yer zifiri karanlık? Yoksa daha gün doğmadı mı kızım?

Diyerek korkuyla uyandı Handan Hanım. Çakır yeşili gözlerini karanlığa alışsın diye ovuşturup durdu. Fakat her yer zifiri karanlıktı. Yataktan kalmaya cesaret edemedi. Bu zifiri karanlık her zamanki gibi değildi. Vakit gecenin bir yarısı da olamazdı. Ay ve yıldızlar ışığını mutlaka yansıtırdı geceye. Uykusunu da fazlasıyla almıştı. Sokak lambasının sarı ışığı bile yansımıyordu odasına. Bir şeylerin ters gittiğinin farkına varıp hemen zihnini yokladı. Uykuya dalmadan önceki akşam neler yaşamıştı. Gözlerini açıp açıp kapattı aydınlığa kavuşabilmek için ama boşunaydı bu çırpınışı.

Dün gece eğlenceli geçmişti arkadaşı Halide Hanım'ın ortanca kızının nikah töreni. Sarı/ kahve tonlarında boyanmış dubleks evlerinin geniş bahçesinde kocaman bir de havuz olunca düğün salonuna ihtiyaç duymamıştı arkadaşı. Damat tarafı da böylesi güzel bir bahçede düğünün daha güzel olacağını düşünmüştü. Çevreden kız evinde düğün olur mu diye eleştiriler gelse de kulak ardı etmişlerdi bu eleştirileri. Önemli olan evlatlarının mutluluğu idi…

Yeşilin ve mavinin eşsiz güzelliği konukların şık kıyafetleriyle bütünleşmişti. Renk cümbüşü yaşanmıştı adeta havuz başında. Bukleli uzun kumral saçları ve sade gelinliği ile bir kuğuyu andıran gelinden, hem damat hem de konuklar gözlerini alamamıştı. Geline yakışır bir tarzda krem tonlarında takım elbise giyinen damadın heyecanı her hâlinden belli idi. Müstakbel kayınvalidesi damadın yakasına kızının gelin çiçeğine uygun bir de çiçek takmıştı. Her şey çok güzeldi ta ki Handan Hanım etrafı bulanık görmeye başlayana kadar.

Son zamanlarda yoğun stresli bir ortamda çalışmıştı Handan Hanım ama bunu biricik evladına belli etmemişti. Yıllar önce severek evlendiği eşini de geçirdiği kalp krizi sonucu genç yaşta kaybetmişti. Bu yüzden kızına hem anne hem de baba olmuştu. Aslında maddi durumları çok iyiydi fakat evde tek başına oturmak yerine çalışmayı tercih etmişti. Azimli başarılı bir iş kadını olmanın doyumsuz tadını alırken sağlığını hep ikinci plana atmıştı. Eşinin vefatından sonra nükseden yüksek tansiyon ve şeker hastalığını sürekli ihmal ediyor ilaçlarını düzenli kullanmıyordu.

Çıktıkları alışveriş merkezinde şarap rengi şifon elbisesini kızı Burcu beğenmişti annesine. Beyaz inci seti ile tamamlamışlardı kombinini. Koyu kızıl modern kesim kısa saçları onu yaşından her zaman yaşça küçük ve alımlı gösteriyordu. Minyon tipli olması onun için hep bir avantaj olmuştu. Burcu kendi kombinini gümüş renkli sırt dekolteli uzun bir elbise olarak seçmişti. Okul mezuniyetinde de giyerim düşüncesiyle. Maddi imkânları iyi olmasına rağmen israfı sevmeyen tutumlu bir genç kızdı. Tıpkı babası gibi asil bir kişiliğe sahipti. Mütevazı duruşuyla çevresinde her zaman takdir edilmişti. Melek gibi bir kalbi vardı. İnsanların dış görünüşüne değil iç güzelliğine hep değer verirdi. Annesinin yıllara meydan okuyan güzelliği karşısında:

- Handan Sultan düğünde taş çıkartacaksın valla genç kızlara! Arkadaşlarım seni kıskanacak. Keşke babacığım da görebilseydi seni bu hâlinle! Diyerek övgüler yağdırmıştı Handan Hanım'a.

Eve varır varmaz akşam katılacakları düğün için hazırlık telaşına başlamışlardı. Yemek yemeyi ihmal ettiği gibi ilaçlarını da almamıştı yine her zaman olduğu gibi Handan Hanım. Oysa Burcu defalarca hatırlatmıştı annesine.

Düğün merasiminde havuza yakın bir masada oturmayı tercih etmişlerdi. Pembe, beyaz, gümüş renkli aydınlatmalar yeşil çimenler üzerinde adeta dans ediyordu. Havuz başında konuklar rengârenk kıyafetleri ile muhteşem görünüyorlardı. Müziğin sesi masada oturanlar için kulağı tırmalasa da pist alanında oynayanlar coştukça coşuyordu müziğin o gür sesinde. Yan masada oturan yaşı yaklaşık seksen civarı olan teyze de elinde tuttuğu bastonla müziğe ve oynayanlara eşlik ediyordu. Kar topunu andıran bembeyaz saçlarını topuz yaparak siyah şifon elbisesine uyumlu olmuştu. Sürekli eğilip Handan Hanım'a bir şeyler soruyor ama kendi sesini kendisi bile duyamıyordu. Elini kulağına götürüp müzik sesinin yüksek olduğunu işaret ediyordu. Handan Hanım da müzik sesinden rahatsız olmuştu. Bir süre sonra başında korkunç ağrı nüksetmişti. Bunun sebebinin de yüksek sesli müzik olduğunu zannetmişti. Etrafı bulanık görmeye başlamıştı. Ama kızına rahatsız olduğunu söylemek istemiyordu. Arkadaşları ile o kadar güzel eğleniyordu ki. Onu hiç bu kadar mutlu görmemişti. İçinden kızının da böyle mutlu gününü görebilmek istediğini geçirdi. Zaman geçmek bilmiyordu. Baş ağrısı mide bulantısı artık onu daha da rahatsız etmeye başlamıştı. Sık sık lavaboya gidip gelmeye başlamıştı. Lavaboda, aynadaki silueti onu tedirgin etmeye başlamıştı. Yüzü gözü şişmiş gözleri kan çanağına dönmüştü. Kızının arkadan seslenişi ile irkilmişti.

- Anne iyi misin?

- Ah! Evet iyiyim tatlım. Sanırım yüksek ses beni rahatsız etti. Eh artık ben genç kız değilim tatlım. Yaşlanıyorum artık galiba.

- Aman anne! Yaşlılık kim sen kimsin. Yaş aldıkça daha da güzelleşiyorsun sen. Taş gibisin maşallah! Hadi birlikte oynayalım. Belki otur otur sıkıldın. Ne demiş atalarımız: "Düğüne giden oynar, ölüye giden ağlar."

Burcu annesinin kan çanağına dönen gözlerine bakmayı düşünememiş koluna girip pist alanına doğru onu çekiştirip götürmüştü. Ama yanlış giden bir şey vardı bulanık görmesi daha da artmış gözlerinin içinde sanki yaş birikintisi olmuştu Handan Hanım'ın. Kızını kıramamış alkış tutarak pistte ona eşlik etmişti. Fakat oynayanlar sanki pistte değil de beyninin içinde oynuyordu. Bir an önce eve gidip ılık bir duş alıp yatağına uzanmak istiyordu.

Nihayet görseli muhteşem düğün pastası gelmişti. Alkışlar arasında beş katlı üzerinde gelin damat figürü olan pembe beyaz renkli pasta alkışlar arasında kesilmişti. Misafirlere de ikram edilmişti. Düğün hediyesi takılarını takıp tebrik etmişlerdi yeni çifti. Eve nasıl geldiler ne zaman uykuya daldı hatırlamıyordu Handan Hanım. Peki Burcu nerede idi? Saat kaç idi? Neden odası bu kadar karanlık idi? Oysa mutlaka komidinin üzerinde kitap okuma lambası hep yanık olurdu. Kaybettiği eşiyle birlikte çekilmiş oldukları resme bakarak uykuya dalardı her zaman.

Handan Hanım'ın içini bir korku almıştı. Sürekli kızı Burcu'ya seslenip durmuştu. Ama Burcu sabah 7:00'de okula gitmek için annesini rahatsız etmeden evden sessizce ayrılmıştı. Öğleye kadar dersi vardı bugün. Eve gelince annesi ile birlikte kahvaltı yapar düşüncesi ile sessizce ayrılmıştı evden.

Handan Hanım eliyle her zaman komidinin üzerine bıraktığı telefonunu bulmaya çabaladı. Eli eşiyle birlikte resmi olan çerçeveye çarpınca yere düşürdü. "Şangırt" diye çıkan ses onu çok korkuttu. Tanrı'm neler oluyor? Neden her yer karanlık! Art arda çalan telefonun sesi onu daha da telaşlandırdı. Ayağa kalkıp duvardan tutunarak kapıya doğru yürüdü. El yordamıyla kapıyı açıp odadan dışarı çıktı. Ama sonuç yine aynı zifiri karanlık idi…

-Burcu nerdesin? Yardım et kızım. Göremiyorum ben! Aman Tanrı'm! Kör mü oldum yoksa ben!

Diyerek bağırarak yardım istemeye çalışmıştı. Aralıksız ağlama nöbetine girmişti. Ama ne Burcu ne de kimse ona yardıma gelmemişti. Koca binanın üst katında yapayalnız kalmıştı. Korkuyordu Handan Hanım. Titremeye başlamıştı. Kulağını duyabileceği tüm seslere vermişti ama nafile! Merdivenlerden düşecek korkusu ile korkuluktan tutunup yete oturup beklemeye başladı. Bu gün izinli olduğu için arkadaşları da onu merak edip aramamıştı. Ağlamaktan başka elinden bir şey gelmiyordu. Öyle çaresizdi ki! Tuvalet ihtiyacı da gelmiş onu çok sıkıştırıyordu. Sinir kirizi geçirmeye başlamıştı. Mide bulantısına daha fazla dayanamayıp midesini boşaltmış, üstü başı berbat olmuştu. Saçı yüzü kusmuk içinde kalmıştı. Tuvalet ihtiyacına da yenik düşünce etrafı ağır kusmuk ve idrar kokusu sarmıştı.

O güçlü kadın çaresiz kalmıştı iki gözünün ferinin sönüşünde. Saatlerce ağlayıp oturduğu yerde bitkin düşüp bayılmıştı.

Öğle vaktine doğru Burcu neşeyle eve geldiğinde burnuna gelen itici kokunun ne olduğunu anlamaya çalışırken üst kata çıkan merdivenlerde gördüğü manzara karşısında şoka girmişti. Kahvaltı için aldığı poğaça ve kurabiyeler elinden düşmüş etrafa saçılmıştı.

- Anneeem! Noldu sana anneemm!

Annesini uyandırmaya çabalasa da tüm çabası boşuna idi. Hemen ambulans çağırıp annesini hastaneye götürmüştü. Apar topar yapılan tetkikler sonrası yüksek tansiyona bağlı göz damarlarındaki kanamanın geçici görme kaybına neden olduğu tespit edilmişti. Kendine gelen Handan Hanım gözlerindeki bandajı hissetmişti.

- Nerdeyim ben? Burcu kızım nerdesin? Neden gözlerimde sargılar var?

- Annem! Canım annem hastanedeyiz. Korkma endişe edilecek bir durum yok.

Burcu sessizce ağlıyordu hem de hıçkırıklarını içine göme göme. "Anne geçici körlük yaşıyorsun." Diye nasıl söyleyecekti annesine. Ya hep kör kalırsa annesi…

Hastane süreci iki gün sürmüş Burcu okuldan mazeret izni almıştı. Bu yük onun için çok ağırdı. Bir babaya bir kardeşe şu an o kadar çok ihtiyaç duyuyordu ki! Eve döndüklerinde ilk önce annesini alt kattaki misafir banyosunda iyice yıkayıp salona getirmişti ama ne zordu birine göz olmaya gayret etmek. Kanepeye annesini oturtup ona şehriye çorbası içirmeye çalıştıkça Handan Hanım itiraz edip ediyordu.

-Canım istemiyor kızım üsteleme. Hem yer içersem tuvalet ihtiyacım gelir. Sana yük olmak istemiyorum.

Ağlıyordu Handan Hanım, ağlıyordu Burcu. İkisi de çaresiz ne yapacağını bilemeyişin acısında. Ama Burcu kararlıydı Handan Sultan'ı pes ettirmeyecekti. Pes ederse sonuçlar daha da elim olabilirdi. Doktor üzüntü ve stresten uzak durmasını istemişti. Zamanında gelinmeseydi sonuçlar daha üzücü olabilirdi değmişti.

Burcu hemen annesinin ve evin genel ihtiyaçlarını karşılamak için annesinin arkadaşlarını aradı. İş yerine durumunu bildirdi. Akşam ev tıklım tıklım sevenleri ile doldu Handan Hanım'ın. Ama herkes üzgün ve ağlamaklı idi. Handan Hanım belli etmese de o kadar kalabalık içinde yalnız başına karanlık bir dünyada idi. Sesleriyle tanıyordu arkadaşlarını. İçinde fırtınalar kopuyordu. Susamıştı ama bardağı göremiyordu. Tuvalet ihtiyacı vardı gidemiyordu. Bir anda kendini öyle aciz hissetti ki ağlama krizine girdi.

Burcunun anneannesi ve teyzesi yurtdışından gelene kadar Handan Hanım'ın en samimi iki arkadaşı Zişan ve Begüm sırayla kalmaya karar verdiler. Çalıştığı şirketin ortağı olması nedeniyle diğer ortaklar da bu şekilde hemfikir olmuşlardı bu konuda. Dostluklar böyle günde kendini belli etmeydi. Handan Hanım hareketli bir yaşamı sevdiği için bir yardımcı kadın tutmayı hiç düşünmemişti. Zaten iki kişiydiler. Gün boyu evde kimse kalmıyordu. İki arkadaş konuklar gider gitmez hemen ortalığa çeki düzen vermişlerdi.

Handan Hanım yeni güne hep gönülsüz ve üzgün uyanıyordu. Bu şekilde yaşamak istemiyordu. Geçici körlük dense de "ya bir daha hiç göremezse korkusu" onu günden güne tedirgin ediyordu. Ta ki düğününe gittiği arkadaşı ona geçmiş olsun ziyaretine gelene kadar.

Halide Hanım her zaman olduğu gibi yine üzeri renk renk çiçek deseni olan gömleği pantolonunun rengine uyum sağlayarak giymişti. Aslen göçmen olan Halide Hanım'ın yıllara meydan okuyan muhteşem bir fiziği ve upuzun sarı saçları vardı. Boncuk mavisi gözlerine bakmak cesaret isterdi. O bir çift gözün mavi derinliğindeki gücün sizi etkilememesi mümkün değildi. Yaşantısı boyunca her zorluğa göğüs germeyi becerebilen güçlü bir karektere sahipti. Kadınların aciz duruşuna asla tahammülü yoktu. Kadın duruşuyla dik olmalı her zorluğun altından korkmadan çıkmayı bilmeli, erkeğe muhtaç olmamayı felsefe edinmiş hayat dolu bir kadındı. Eşinin kanser olduğunu duyduğu gün dünya başına yıkılmış ama bu zor süreçte eşinin en büyük destekçisi olmuştu. Öleceğini bile bile hem de. Eşi hiç ölmeyecek gibi asla ona hasta gözüyle bakmamış kimsenin de acıyarak bakmasına izin vermemişti. Ölüm vaktine kadar ona hasta olduğunu nerdeyse unutturacak kadar normal mutlu yaşamlarını devam ettirmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı. Beş yıl önce bahar mevsiminde her zaman gittikleri parkta otururken omzunda eşinin derinden iniltili sesini "Teşekkür ederim benim bitmeyen baharım." son kez duymuştu. Yüzünde sevgi dolu bir bakış ile sevdiği kadının kollarında can vermişti hayat yoldaşı. Halide Hanım o günden sonra hep üzeri çiçek deseni olan kıyafetleri tercih ederdi. Ona göre zorluklara göğüs germeyi beceremeyen, sevmeyi bilmeyen kadınlar bahar olamazdı. Eşi son nefesinde belki de bu yüzden bitmeyen baharım diyerek onore etmişti onu. Halide Hanım dubleks evinin her köşesini çiçeklerle süslerdi. Her çiçek sevdiği adamı ona sürekli hatırlatsın diye.

Handan Hanım arkadaşının gelişini gül kokulu parfümünden tanımıştı. Odaya mis gibi gül kokusu yayılmıştı.

- Hoş geldin Halide Hanımcım! Gör bak arkadaşının zavallı hâlini. Sahi sen hoşlanmazdın bakımsız kadınlardan.

- Hiç hoş bulmadım şekerim. Nedir bu hâlin? Seni gören de bir ömür boyu kör kalacak zanneder. Ayol onlar bile senden daha güzel görüyor dünyayı. Geçen alışveriş merkezinde görme engelli bir genç çocuk gitar çalıyordu. Bestesi ona aitmiş hem de. Merak ettim sordum hayallerini süsleyen kadın içinmiş. Yani gerçekte olmayan sadece kendi tasviri ile zihninde yarattığı kadın ona ilham olmuş.

.....

"Ben senin sevginle hep

Dünyayı pembe gördüm

En güzel düşüm sensin

Gül kokulu meleğim..."

 

Ay bir görsen ne çok yaşam sevinci vardı yüreğinde. Yüzünde hep tebessüm vardı. Çünkü o kendi dünyasında aydınlık görebilmeyi başarmıştı her zorluğa her engele rağmen.

Handan Hanım bandajın altından gözlerini kırpıştırıp duruyordu.

- Ama onlar doğumdan itibaren dünyayı karanlık görmeye alışkın. Kendi karanlık dünyalarını renklendirmeyi becerebiliyorlar. Yaşantılarını buna göre ayarlamayı başarıp zorluklara göğüs germeyi becerebiliyorlar. Hisleri, sezgileri kuvvetli... Ben yeni güne bir anda karanlık uyandım. Nasıl uyum sağlayacağımı bilmiyorum. İhtiyaçlarımı kızım olmadan karşılayamıyorum. Bir biblodan farkım yok. Ben bu şekilde yaşayamam.

-Hayır şekerim öğreneceksin. Onlar nasıl bu şekilde yaşamayı öğrendiyse sen de öğreneceksin. Gözlerin pembe, mavi, yeşili hissedecek. Denizin dalgalarının sesi sana denizi, kuş sesleri tabiatın güzelliğini, müzik sesi yaşamın neşesini anlatacak. Ağlayan çocuk sesi hüznü, içli içli çalan şarkı ayrılığı anlatacak. Elini tutan kişinin sevgisini hissedeceksin. Böyle oturup ağlamayacak şarkılar mırıldanacaksın. Yaşam alanında ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını yavaş yavaş öğreneceksin. En önemlisi ömür boyu bu şekilde yaşayanların nasıl yaşamak zorunda olduğunu öğreneceksin. Sağlığına bundan sonra daha dikkat edeceksin. Sana dünya güzelliklerini görmeyi nasip eden Tanrı'ya şükredeceksin. Yaşam sevincin ölürse gözlerin görse de dünya zaten karanlık olur her zaman.

Neden anlamak istemiyorsun şekerim geçici bir sağlık sorunun bu senin. Ya bir ömür görmeyen mavi, yeşil, kahve renkli gözler napsın. Onlar ister miydi hiç böyle yaşamayı. Hâline şükret Handancım. Ayol şunun şurasında birkaç gün sabredeceksin. Senin bu dünyaya küsmüş hâlini gören de bir ömür boyu böyle kalacaksın zanneder.

Burcu, Halide Hanım'ın her dediğini başını sallayarak onaylıyordu. Annesinin elini sıkıyor:

-Lütfen annecim Halide Teyze haklı… Pes etmek yok. Sen güçlü azimli bir kadınsın. Sen istersen bu geçici süreçte dünyayı gökkuşağı renklerinde görürsün. Yeter ki iste.

Handan Hanım arkadaşının bu tatlı sert desteği karşısında sessizce:

- Anladım, haklısın Halideciğim.

Aslında ne Halide Hanım ne de Burcu onun ne hissettiğini anlayamadılar. Empati kurmayı deneyemediler. Kolay değildi uykudan uyanıp yeni güne karanlık uyanmak. Ha deyip karanlığa alışmak o kadar kolay mı?

Ertesi gün doktor kontrolü sonrası kendisine evde yardımcı olsun diye özel yapılmış üzerinde işaretler ve renkler olan bastondan aldırmıştı Burcu'ya. Artık evin içinde ihtiyaçlarını bu baston yardımı ile kendi başına düşmeden, eşyaları düşürmeden kullanacaktı. Özel tuşları olan bir de telefon. Burcu bunlara gerek yok dese de o emin olamıyordu tekrar aydınlığa kavuşacağına.

Handan Hanım yeni karanlık dünyasına alışmak zorunda idi. Çünkü biricik kızına hem yük olmamak hem de onu yeniden görebilmeyi çok istiyordu. Tabi ki kolay olmamıştı bu süreç. Çoğu kez salonda yürürken düşmüştü. Temiz hava almak için günün belli saatinde annesini bahçeye çıkarmayı da ihmal etmemişti Burcu. Dubleks evin bahçe duvarları engin örüldüğü için onu tanıyan komşuları "Vah vah! Kör mü olmuş Handan Hanım? Gözlerinde neden sargı var acaba" Diyerek meraklı bakışları görünce Burcu onlara hep ters ters bakmıştı. Handan Hanım meraklı insanların sesi kulağına geldikçe yüreğinin derinliklerinde acı hissetmişti. Görememek! Ona yardım eli uzatmak yerine acıyarak merakla bakan insanların yüzünü şu anda görmeyi ne çok istemişti. Neden engeller bir kusur ya da acınası bir durum olarak algılanıyordu toplumda. Derin bir nefes alarak eline konan uğur böceğini hissetmişti. Kuşların sesi onu rahatlatmıştı. Kızıyla birlikte sohbet etmişlerdi eski günlerdeki gibi. Acaba masanın üzerindeki reyhan saksısı duruyor muydu? Kokusunu da alamamıştı. Eliyle masanın üzerinde gezinirken kahve fincanını devirmişti. Neden saksıyı Burcu'ya sormadım ki diyerek kendi kendine kızmıştı.

İki üç gün içerisinde karanlık bir dünyada yaşamanın zorluklarını iyice öğrenmişti Handan Hanım. Tek başına yemek pişiremese de, banyo yapamasa da yardımcı kadın sayesinde bunların da üstesinden geliyordu. Aralıksız her saat ziyaretine gelen eşe dosta sahip olmak onu çok mutlu ediyordu. Halide Hanım bazen ona şiirler okuyor bazen de udunu getirip birlikte şarkılar söylüyorlardı. Handan Hanım'ı artık tek üzen şey biricik evladının yüzünü görememekti. Yatma vakti geldiğinde eşiyle birlikte olan resmi göremiyor olsa da zihninde resmi canlandırarak uykuya dalıyordu.

Şimdi daha iyi anlıyordu karanlık gözlerin aydınlık gözlere ihtiyacını. Şimdi daha iyi anlıyordu organ bağışının ne kadar önemli olduğunu.

Bir şeyler yapmalıydı. Evet evet karanlık dünyalara güneş olabilmek için mücadele etmeliydi.

Uzun uzun düşüncelere dalarak planlar yapmıştı. Daldığı uykudan odasına doğan güneşi yine fark edemeden uyanmıştı Handan Hanım. Bej renkli duvar kâğıdının simleri ışıl ışıl parlıyordu yatak odası duvarlarında. Açık pencereden tatlı tatlı esen rüzgâr gipür perdesini adeta dans ettiriyordu kendi bunu göremezse de.

Mutsuz geçen üç gün sonrası ilk defa güneşli bir pazar sabahının aydınlığını göremezse de huzurlu uyanmıştı. Günlerdir ilk defa karanlık değildi dünyası. Güneşin doğuşunu hissettiği için sarıyı, esen rüzgârı hissettiği için maviyi görebiliyordu karanlık dünyasında. Penceresine her sabah konan bir çift kumrunun sesini de duymuştu.

Bu bir çift kumru her sabah Handan Hanım'ın penceresine konar gagalarıyla cama vururdu. Bu vuruşlar ya cam kenarında ufalanmış ekmek olmadığında ya da Handan Hanım onları cam kenarına gelip seyre dalmadığında olurdu. Kumrular da hissetmişti merak etmişlerdi Handan Hanım'ı. Haftalardır ne cam kenarında kendileri için yem ne de gülen yüzüyle onlarla sohbet eden ev sahibi. Handan Hanım yavaş yavaş bastonu sayesinde cam kenarına gelip kumruların "guguk guguk" seslerine yüzünü döndü. Onları göremezse de tebessüm ederek konuştu. Yardımcı kadına seslenerek kumrularına her zaman yem vermesini rica etti. Nasıl unuturum kumrularımı ya açlıktan ölselerdi diyerek içini çekti. Artık yeni güne karanlıkta olsa uyanma sebebi üçe katlanmıştı kızı, bir çift kumrusu ve karanlık dünyalara için destek olmak.

Handan Hanım tekrar yatağına uzanıp el yordamı ile kırılan ama yeni alınan çerçeveyi alarak göğsüne bastırdı. "Öyle özlüyorum ki seni Serdar! Şu an varlığına yanımda olmana o kadar ihtiyacım var ki sevgilim! Neden gidişin erken oldu bensiz? Koyu kahve gözlerindeki o sevgi dolu bakışlarını çok özlüyorum. Kocaman ellerinin ellerimi tutuşunu, ensene uzanan saçların arasında her sabah gizlediğin bir dal reyhanı vermelerini özlüyorum. Ah! Bir bilsen reyhan çiçeğini de artık göremediğimi. Karanlıklarda kaldığımı. Üşüyorum bu karanlık dolu dünyada. Korkuyorum bu şekilde yaşamak zorunda kalmaktan. Ya bir daha güneş doğmazsa dünyama? Biliyorum geçici bir süre dedi doktor. Bu süreç geçecek ve ben yeniden aydınlığa kavuşacağım. Ama ya benim gibi karanlık dünyada olanlar ne zaman güneşi görecek? Bunu düşünmek beni daha çok kahrediyor inan."

Handan Hanım bir an nefesini tutup sessizce bekledi. Sanki eşinin ruhunu yamacında hissetmişti. İçini bir ürperti sarmıştı. Sanki ensesinde nefesini hissediyordu.

Handan Hanım bir süre daha çerçeveye sarılı halde sessizce bekledi. Serdar Bey'in ruhunun yanında olduğu hissi ona cesaret vermişti. Bir anda yüzüne tebessüm konmuştu. Birlikte besteledikleri şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı.

.....

"En güzel şiirlerde hep aşk olsun güzelim

Ruhun ruhumu sevip sevgi sunsun güzelim

Karanlık dünyamın sen sönmeyen güneşi ol

Huzuru benim canım sen de bulsun güzelim..."

 

Yardımcı kadının kapıyı hafifçe vurup içeri girmesiyle irkilmişti. Özenle hazırlanmış olan kahvaltı tepsisini tekrar götürmesini istemişti. Şu an kahvaltı zamanı değildi. Serdar Bey'in ruhu yanındaydı.

- Ama Handan Hanım eğer kahvaltı yapmazsanız Burcu çok üzülür.

- Yemeyeceğimi kim söyledi Asude Hanım. Salonda kızımla birlikte kahvaltı yapmak istiyorum. Bu kadar mızmız hasta olduğum yeter. Hayat devam ediyor. Nefes alabiliyorum, sevdiklerimin sesini duyabiliyorum. Yaşam bana kötü bir sürpriz hazırlamış olsa da güzellikler yapabilmem için de bir şans verdi. Hadi bakalım Asude Hanım hep birlikte kahvaltı yapalım.

Handan Hanım yardımcı bayanın yardımıyla salona gelmişti.

Burcu annesini karşısında görünce sevincinden ne yapacağını bilememişti.

- Günaydın demek yok mu tatlım? Seni göremiyor olabilirim ama varlığını hissediyorum. Yine mi lavanta kokulu deodorantını kullandın? Unuttun mu lavanta kokusuna alerjin var kızım. Gün boyu rahatsız edecek yine seni.

- Canım annem günaydın, günaydın! Evet unuttum ama merak etme duş alır giysilerimi de değiştiririm.

Burcu duygulanıp ağlamaklı olmuştu. Üzerine titrediği annesi nihayet ruhen şifayı bulmuştu.

Asude Hanım ve Burcu Handan Hanım'ı masada en rahat yere oturtup birlikte kahvaltı yaptılar. Fakat bu kez Handan Hanım kimsenin yardımını almadan kendi başına kahvaltısını yapmıştı. Dökülenleri görmese de hissediyordu.

- Bir şekilde öğrenmem gerek. Daha ne kadar bebek gibi bana siz yedireceksiniz? Haksız mıyım ama?

- Canım annem dökülen dökülsün sen yeter ki hep böyle hayat dolu mutlu ol.

Endişe dolu günlerin sonunda yeniden gök, mavi boyalı, beyaz panjurları olan dubleks evde yaşamın rengi canlanmıştı. Bahçeden kahkaha seslerini artık onu seven komşuları duyabiliyordu. Evet doktoru haklıydı. Halide Hanım ve kızı Burcu haklıydı. Her şeye rağmen yaşama dört elle sarılmak gerekiyordu. Handan Hanım mutlu olmaya gayret ettikçe gözleri ilerleyen günlerde puslu görmeye başlamıştı. Bu onun zor bir yaşam savaşı idi ve nihayet kazanmaya başlamıştı.

Uykuya daldığı bir gecenin sabahında karanlığa uyanan Handan Hanım artık gözlerindeki sargıyı çıkarmıştı. Aslında doktor kontrolünde de doktor çıkarmak istemiş Handan Hanım psikolojik olarak hazır olmadığını söyleyerek sargıyı çıkarttırmamıştı.

Yeni güne gözlerini korkarak açmıştı. Nihayet puslu puslu olsa da güneşi görerek uyanmıştı. Odayı baştan sona gözleriyle temaşa ederken gözü pencereye ilişmişti. Kumrularının artık cam kenarında yalnız olmadıklarını görünce şaşırmıştı. Dört tane yavru kumru vardı bundan sonra besleyeceği. Saatin akrep yelkovanı 8:00’i gösteriyordu.

- Yüce Tanrı'm nihayet görüyorum ben! Serdar eğer ruhun burada ise bak bana bak karanlık dünyama güneş yeniden doğdu. Burcuuuu nihayet görüyorum annem.

Burcu annesinin sesine uyanıp sevinçle koşup annesine sarılıp sarılıp ağlamıştı. Günlerdir bu günü iple çekmişti. Nihayet artık eski yaşamlarına dönebilmişlerdi. Anneannesi ve teyzesi yurtdışından gelmemiş olsalar da bu mutlu haberi telefon ederek onlara vermişti. Anneannesi ağır enfeksiyona yakalandığı için gelememişler bunu da Handan Hanım daha da üzülmesin diye saklamışlardı. Teyzesi anneannesinin durumunun giderek daha iyiye gittiğini de söylemiş. En kısa sürede geleceklerini biletlerini de aldıklarını söylemişti.

Handan Hanım bundan sonraki yaşamında planlar yapmıştı. Zor bir hastalık süreci geçirmişti ama asıl bundan sonra onu bekleyen görevleri olacaktı. İyileşip toparlanınca ilk işi Organ Bankasına giderek tüm organlarını bağışlayacaktı. Görme engelli okullarda seminerler vererek yaşamından kesitler sunacaktı. Görme engelinin acınacak bir durum olmadığını aslında onların gördüğü dünyanın bizim gördüğümüz dünyadan daha masum ve renkli olduğunu anlatacaktı. Organ nakli ile her karanlığa bir güneş olmayı tavsiye edecekti. Derneklere, etkinliklere katılarak karanlık dünyalara güneş olabilmek için mücadele edecekti.

Handan Hanım artık sağlığına daha dikkat etmeye başlamıştı. İhmallerinin sonucunda yaşadıkları ona büyük ders olmuştu. Artık kızıyla daha çok vakit geçirerek işyerinde de kendini çok yormuyordu.

Günler haftalar aylar sonra Handan Hanım iyice iyileşip organ bağışının önemini çevresindeki insanlara anlatmaya başlamıştı. Duyarlı insanlar onun yanında olmuştu. Engelli bireylerin engellerimize takılmadan yaşamaları gerektiğini katıldıkları toplantılarda dile getirmişti. Pes etmeyeceklerdi. Empati kurmayı bilmeliydi insanlar. Halide Hanım Handan Hanım'ın en büyük destekçisi olmuştu. Her hafta çiçeklerle bezenmiş bahçesinde karanlık dünyaları misafir ederek ağırlıyordu. İşte şimdi bitmeyen bahar başlıyordu onun için. Her karanlık dünya Halide Hanım'ın bahçesinde solmayacak birer çiçek gibiydi. Göremezseler de hissediyorlardı engelsiz yüreğe sahip bu iki güzel kadını.

İki yıl sonra o gök mavisi boyalı evde okulunu başarı ile bitiren Burcu'nun mezuniyet balosu telaşı vardı. Baloya gitme vakti gelmişti. Handan Hanım kapıda kızını uğurlarken kızına eşlik edecek arkadaşı da gelmişti. Erkek arkadaşının beyaz polo bir otomobilden yetişkin bir bayanın yardımı ile inişini izlemişti. Bir elinde kırmızı güller olan buketi diğer elinde ise iki yıl önce kendisinin de bir süre kullandığı özel işaretleri olan bastonunu da görmüştü Handan Hanım. Elim bir kaza sonucu karanlıkta kalan yaklaşık bir yetmiş boyunda, uzun kıvırcık saçları Kubilay'ın. Buğday tenli bu genç kızının en yakın arkadaşı idi. Handan Hanım'ın yüzüne tebessümler yayılmıştı. Yanlarına gidip selamlaşarak ayaküstü sohbet etmişti. Uygun bir zamanda uzun uzun sohbet edebilmek adına evlerine davet etmişti anne ve oğulu. Handan Hanım mutlu idi. Demek ki doğru yolda adımlıyordu. Engeller dostluklara engel olmamalıydı. Gümüş renkli elbisesiyle Burcu'nun gence bakışlarını yakalamıştı. Kim bilir belki de karanlık göze güneş olacaktı kızı. Aşk engel tanımamalıydı. Yetişkin bayanın gözlerinin duygulanıp yaşardığını görmezden geldi Handan Hanım çünkü kendi gözlerindeki yaşın da görünmesini istemiyordu. Kim bilir kader ilerde aydınlık ve karanlık bu iki yüreği birbirine daha da bağlayacaktı. Organ nakli bağışı arttıkça karanlık dünyadan aydınlığa kavuşacak olan bu gence kanı ısınmıştı Handan Hanım'ın. Burcu kırmızı güller olan buketi koklayarak vedalaştı annesiyle. Handan Hanım bir süre bahçede oturdu. "Serdar beni duyuyor musun? Kızımızla gurur duyuyorum. Tıpkı senin gibi tertemiz bir kalbi var" diyerek kendi kendine konuştu. Masadaki reyhan çiçeğinin o mis gibi kokusu bir anda Handan Hanım'ın yüzüne doğru yayıldı. Handan Hanım huzurla derin bir nefes alıp reyhan çiçeği saksını alarak içeri girdi. Salonda en sevdiği köşesine geçerek lacivert renkli sallanan sandalyesinde oturdu. Yarım kalmış romanını da sehpanın üzerinden alarak okumaya başladı. Kahvesini yudumlarken yalnız olmadığını hissetti. Saksıdaki reyhan çiçeğinin kokusu salona yayıldıkça dallarını okşayıp, ona gülümseyerek göz kırptı...

Bu öykü karanlıkta kalan dünyalara güneş olabilmek adına kurgulanmıştır. Karanlık tünellerde kalanlara ışık olabilmek adına...